top of page

Madam Vanuş'un Vişne Likörlü Hikayeleri | 5

Güncelleme tarihi: 15 Oca 2021



Madam Vanuş'un Vişne Likörlü Hikayeleri | 1

Madam Vanuş'un Vişne Likörlü Hikayeleri | 2

Madam Vanuş'un Vişne Likörlü Hikayeleri | 3

Madam Vanuş'un Vişne Likörlü Hikayeleri | 4




Acı büyütüyor insanı.


Demir bir bilye yutmuş gibi hep midesinde taşıyor yarasını. Aynı acıydı Mete’yle beni de büyüten.


Ablamdı. Ablamın çelik gibi iradesiydi. Şimdi beni İstanbul’un hiç bilmediğim bir semtine getiren, içimi hiç tanımadığım yaşlı bir kadına döktüren, vişne likörü ile sarhoş olacak kadar beni zayıflatan da bu acıydı. Bedenimden eksilmişim gibi, sanki içimden büyük büyük parçalar kopartmışlar gibi hissediyordum.


Geceleri, etraftaki sesler uykuya teslim olunca o kopan büyük parçalarım dönüyordu bana tekrar. Acım geceleri daha da büyüyordu. Tek tek kopartılışlarını, içimden sökülüp alınışlarını hatırlıyordum.


Madam Vanuş’un doğru bilip de yanlış yaptığımız dediği şeyler gelip çarpıyordu duvarlarıma. Ufak ufak çatlaklar oluşturup, göğsümün tam orta yerinden sızıp çırılçıplak soyuyordu beni. İçime sızan bu tatlı kadın, görmüş geçirmişliği ile sıkıntılı anların üstüne ilaç gibi damlattığı bilgece sözleri ile yepyeni bir “ben” giydiriyordu üstüme. Farkında mıydı acaba bu etkinin? Merak ediyordum.


“Bilseydim böyle dertli olduğunuzu vişne likörü yerine rakıyı çıkartırdım.” dedi.


Göz kenarlarındaki kırışıklıkların içine doluyordu gülümseyişi.


“O zaman unutmak için içmiş olurduk ama sevgili Madam.” diye yanıtladım.


“Akıllı bir genç kadınsınız güzel kızım. Eh, o zaman madem hatırlamak için içiyoruz, öyleyse ona uygun bir plak koyacağım.”


Yerinden kalktı ve üstünde pikabın durduğu büfeye ilerledi ağır adımlarla. İlk geldiğimdeki telaşlı adımlarının ağırlaştığını fark ettim. Sonra neredeyse vişne likörü şişesini yarıladığımız geldi aklıma. Likör çarpmış olmalıydı. Ne kadar hayat dolu olsa da sonuçta yıllar bedenini yaşlandırmıştı.


“İyi misiniz?” diye sordum, büfenin önünde hafif tökezlediğini görünce.


Yaramazlık yapınca yakalanan afacan bir çocuk gibi kikirdedi.


“İyiyim, merak etmeyin. Hızlı kalktım masadan galiba, başım döndü biraz.”


Sonra çekmeceyi açıp, içine yığılı plakların arasında istediği plağı aramaya koyuldu. Baş parmağı ile tek tek kaldırarak ve her bir plakta birkaç saniye durarak buldu en sonunda istediğini.


Etrafını saran ince kâğıdı yırtmamaya özen göstererek çıkardı plağı, üzerindeki tozu üfledi ve nazikçe yerleştirdi tablaya. İğne plağın ucuna değer değmez bir cızırtı oldu. Madam Vanuş bir iki saniye bekledi başında. Turuncu bir gün batımına benzeyen yumuşacık, özlem dolu ses doldurunca odayı, yine ağır adımlarla gelip oturdu yerine.


“Ne hoş bir şarkı… Hep duyardım ama ismini bilmiyorum.” dedim.


“Oscar Harris bu, şarkının adı da Alta Gracia” diye cevap verdi Madam Vanuş, ortadaki pilaki tabağına uzanırken.


“Biraz daha pilaki koyayım mı?”


“Teşekkür ederim, bu kadar kâfi… Elinize sağlık bu arada çok güzel olmuş, hiç pilakinin böyle güzelini yememiştim.”


“Ermeni pilakisi bu. Hoş, herkes yapıyor ya pilakiyi, biz içine kereviz katarız bir tek.” dedi.


O böyle söyleyince, aramıza bir farklılık değil de ayrıcalıkmış gibi sunulan yapay uzaklıkların sessizliği çöktü.


Aldırmam normalde ama yine de içimde bir öteye konulduğum hissi oluşur. Doyumsuz ve de nobran bir siyasete meze edilmiş bu farklılıklar, şu öncesiz ve hesapsız masada birimizin aklına düşüyorsa şayet; tarafı olmasa da bir parçasıymış gibi hissettiriyordu insana. Madam Vanuş aklımdan geçenleri okumuş gibiydi.


“Bakmayın Ermeni pilakisi dediğime; herkes farklı pişirir ya, kimi Türk der, kimi Çerkez kimi de Ermeni…”


Gülümsedim. Yazlıktaki çocukluğumuz aklıma geldi.


“Bir komşumuz vardı bizim de yazlıkta.” dedim.


“Giritli teyze derdik hepimiz ona. Girit sarması yapardı çok güzel. Aslında bildiğimiz yaprak sarma ama nedense onunkinin tadı farklı gelirdi bize. Kimi akşamlar bahçesindeki asma altına toplardı hepimizi. Bir tencere sarmayı da bırakıverirdi aramıza. O çocuk ellerimizi bileklerimize kadar daldırırdık tencerenin içine. Kim en fazla sarmayı avuçlarsa kârdı, ikinci sefere kalmazdı çünkü.”


Hikâyenin devamı aklıma gelince sustum. Boğazımı düğümleyen hatıraları geri çağırmanın ne faydası vardı ki?


Ama Madam Vanuş, gözlüklerinin ardındaki ufarak gözleriyle zihnimde geziniyordu sanki.


‘Hadi dök aklındakileri, oradayım işte. Görüyorum hepsini.’ der gibi kıvrımsız, dümdüz bir ifadeyle bakıyordu bana.


“Bir tek Mete ve ablam itibar etmezlerdi bu sarma curcunasına.” diye devam ettim.


“Onların apayrı bir dünyası vardı sanki. Hem hep birlikteydik hem değil. Yukarıdan insanları seyreden iki tanrı gibi varlıklarını hissettiren bir uzaklıkta dururlardı.”


Bu son söylediğim hoşuna gitmişti Madam Vanuş’un. Boşalmış kadehini doldurmadan havaya kaldırdı.


“Uzakta olsalar da varlıklarını hep hissettirenlere içelim o zaman.” dedi.


Kadeh kaldırdık. Nereye gidersek gidelim yanımızda taşıdıklarımıza.


Fakat sonra Madam Vanuş’un yüzü düştü, o ışıl ışıl gözleri puslandı.


“Biliyor musunuz insan gençken çok pişman oluyor. Keşke yapmasaydım, keşke demeseydim, keşke, keşke diyor hep. Yaş ilerleyince de o zamanlar hissettiğin pişmanlıklardan dolayı pişman hissediyorsun.”


Hemen sordum tabii.


“Ringo Starr ile görüşmediğinize pişman mısınız peki?”


“Neden pişman olayım güzel kızım? Görüştük biz.”


“Aaaa?”


“Elbette. Roksan başımın etini yedi eve dönene kadar. Ne kadar ayıpmış, koskoca Ringo Starr beni çağırmış, gidilmez miymiş…Hatta bir ara işi Türkler hakkında beynelmilel düzeyde kötü konuşulmasına sebep olacağıma kadar vardırmıştı.”


Burada durup bir kahkaha attı.


“Neyse, ertesi gün okul vardı. Sabah bir baktım Roksan sokağın başında durmuş beni bekliyor. Gitmemiş okula meğer. ‘İlla otele gidelim, sen de en azından bir görüş, bak sonra çok pişman olursun.’ diye diye bezdirdi beni. Öyle dilbazdı Roksan; şeytana bile pabucunu ters giydirirdi. Mecbur gittim tabi. Ama iyi ki gitmişim diyorum şimdi. Yoksa böyle güzel bir şarkının doğmasına belki de vesile olamayacaktım.”


“Aa doğru. Siz Don’t Pass me By şarkısının sizin için yazıldığını söylemiştiniz.”


“Aslında tam olarak öyle değil.”


“Nasıl?”


“Biz otele gittik. Yine lobide etrafa bakındık, sonra çıktık deniz tarafındaki restorana baktık. Ne Richard vardı ne de diğerleri.”


“Richard?”


“Ringo Starr yani güzel kızım. Asıl adı Richard ya...”


“Tabii ya!!”


“Neyse, epey bir bekledik lobide. Bu arada yanımıza sürekli çalışanlardan biri gidip geliyor, sorgu sual ediyor. Kimi bekliyoruz diye. Söyleyemiyoruz da bir şey. Sonunda asansörün kapısı açıldı ve Richard ile göz göze geldik. Hemen yanımıza geldi, restoranda bir şeyler içmeyi teklif etti. Tamam dedik. Elinde de kalınca, sayfaları süklüm püklüm olmuş, arasından kağıtlar taşan bir defter.”


“Allah Allah?”


“Adam belli ki çalışmak için, bir şeyler karalamak için taşıyordu o defteri. Roksan tabi sordu hemen ‘çalışacaksanız biz sizi rahatsız etmeyelim’ diye. Samimiyetle gülümsedi, ‘no problem’ diyerek buyur etti bizi restorana.”


Hikâyenin burasında durdu Madam Vanuş, bir sigara yaktı tekrar. İlk nefesi çekmesiyle hafif bir öksürük krizine tutuldu. Bardağına su doldurup uzattım hemen.


“Teşekkür ediyorum, Roksan olsa şimdi ‘içmesini bilmiyorsan neden içiyorsun?’ diye söylenirdi hemen” dedi gülerek, sonra devam etti anlatmaya.


“Tabi tahmin edersiniz ki komik bir durumdaydık; ben Roksan’a söylüyorum, Roksan söylediklerimi çevirip Richard’a söylüyor. Sonra gerisin geri ters sıradan devam ediyordu konuşma. Nihayetinde o da fark etmiş olacak ki bu imkansızlığı, defterini çıkarıp bir şeyler yazmaya başladı. Daha doğrusu bir şey yazıyordu, olmuyor siliyor, tekrar yazıyordu. Biz de Roksan’la sessizce ve merakla bekliyorduk ne yazdığını. Sonunda Roksan’a dönüp okumaya başladı. Her bir cümlede Roksan şekilden şekle giriyor, şaşırıyor, gülümsüyor ama bana kesinlikle bir şey söylemiyordu.”


“Ay şimdi çok meraklandım madam, ne yazmıştı acaba?”


“Uzun zamandır üzerinde çalıştığı bir şarkının sözleriymiş. Markiz’de ilk karşılaştığımız günün akşamında sözlerin bir kısmının kendiliğinden aklına geldiğini söylemiş Roksan’a. Şarkının ismi de Bir Dost Gibi manasına gelen “Some Kind of Friendly” idi.”


Kafam karışmıştı. Madam Vanuş’un da aklının vişne likörü ile bulandığını düşündüm ilk başta.


“Ama madam, size yazılan şarkı “Don’t Pass me By” değil miydi?”


“Ta kendisi güzel kızım. Richard şarkının sözlerini bize okuduğunda ilk olarak ismi benim dediğimdi, sonra albüme koymaya karar verdiklerinde değiştirdiler herhalde. Ama ben o şarkıyı plakta dinlediğim ilk günü unutamam. Hatta Arek getirmişti plağı bana da birlikte dinlemiştik, biliyor musun?”


“Aaaa? Arek’le o günden sonra görüştünüz yani?”


Madam Vanuş’un yüzüne tatlı bir tebessüm oturdu. Hem özlem vardı o tebessümde hem de ellerini göğsüne götürmesinden minnetle dolu olduğunu anlayabiliyordum.


“Ah ah” dedi özlem dolu bir sesle.


“Görüştük ya, görüşmez miyiz? Hem de tüm imkansızlıklara rağmen hiç vazgeçmedik birbirimizden.”


Önceki Sonraki

576 görüntüleme4 yorum

Son Paylaşımlar

Hepsini Gör
bottom of page